Hard İK

Kariyer nasıl planlanamaz?

Bu konu kilit. İK’cıların gücü oldurtmaya yetmiyor. Kurumların söz vermek işine gelmiyor.

İnsanlar kendini yeterince tanımıyor, üstelik ağzı olan konuşuyor. Üniversiteler kendi Dünya’larında, birkaç istisna dışında günü kaçırmış durumdalar.

Yapacak tek şey kendi başına deneyip yanılmak.

Belki bazı trendler fikir verebilir.

  • Kombine edilebilir iki anadal yapmak.
  • Sayılı durumlarda yüksek lisans yapmak (istisnaen bir yarar sağlar).
  • O periyotta çok geçerli olan bir şeyi görüp kariyere yamalar yapmak (örneğin Çince/Mandarin dili öğrenmek, SPK lisansı almak gibi).
  • Radikal işkolu değişikliği yapmak.
  • Hayatının bir döneminde mutlaka girişimciliği tatmak.
  • Birbirini tamamlayan farklı bölümlerde çalışmak (farklı işyerlerinde de olur).
  • Girişimci tipler için iş fikirleri önemli. Ama dikkat, çoğunun içi boş.

Tek emin olduğum şey, ne olur ailenizin saf mantık ürünü tavsiyelerini dinlemeyin. Etraftaki o koç türü kişileri de boşverin.

Fitil fitil bedelini ödeyip (küskünlük, şantaj, tehdit, kavga, korkutma) bildiğinizi yapın. Pişman da olsanız, yanlış da olsa yapın.

Çünkü söz dinlemenin, efendi insan olmanın karşılığı canlı canlı tabuta girmek. Hata da yapsanız hiç olmazsa dersinizi almış olursunuz.

Üstelik ben herkesin bir şey olması gerektiğine inanmıyorum. Resmen çalışmayı sevmeyen insanlar var. Gayet doğal. Onlar da bir şey yapmak zorunda olmamalı.

Sonsöz: Şansınız varsa ve bir imkanını bulursanız şu yeteneklerinizi bir öğrenin. Onlar karar vermekte çok önemli.

Ondan sonrası inanın kişiliğinize ve tesadüflere bağlı.

Hard İK

İş yemeği adabı

Önce anlaşalım; İş yemeği, yemek değil iştir. En iyi yere de gidilse, konuşmanın bir işe yarayıp yaramadığı önemli. İşin özünü bir kenara koyduktan sonra, şimdi gelelim adabının püf noktalarına. Kısa kısa söyleyeceğim.

Kimin kimin yanında oturacağı önemlidir. En güzeli oturmadan sallanmak. Yavaştan alın. Bırakın ‘bir durum’ gelişsin. Bakın kural koymadım. Hayat o kadar net değil. Çok büyük ihtimal davet eden ya da babalardan biri (üst düzey yönetici yani) inisiyatif alır söyler. Ha olmadı mı, olduğunuz yere çöküverirsiniz. Beklediğiniz için kimse size dikkat etmedi diyemez. E yeter.

Mönüden bir şey seçmek bir başka ince iş. Yok öyle iki saat incelemek. Gayet cool sadece hızlıca göz atacaksınız. Hiç bakmamak da ayıp. Burada maksat ne yemek istediğinizi bildiğinizi düşündürtmek. Kararlı ve alışkın. Garsona sorulamaz mı? Evet ama yine aynı tarzda: Ne sorduğunu bilen insan havasında. Mesela günün çorbası ya da balığı ne? O kadar. Garsona “Ne tavsiye edersiniz?” falan derseniz ölün siz.

Yemek seçiminiz bir başka ustalık konusu. Bir defa başkasının seçtiğine ergenler gibi “Ben de” falan diyenle ben olsam konuşmam. Ne anlatacağım ki ona? Kimliksiz şey. Hıh. Bu arada gömleğinize, saçınıza, hatta yan masaya kadar yağ fışkırtmak istiyorsanız salata yiyin hemi? Hatta yağın menzili yetmezse çatalla mancınık gibi bir salata parçası da atabilirsiniz. Ben dökmem önlem alırım diyorsanız berber önlüğü gibi peçete takın boynunuza. Çogzel olur. Ha bir de kılçıklı balık meselesi var, çupra mesela. İş konuşurken dişlerinizin arasında kılçığı kıstırıp parmağınızla alıverirsiniz. Neyse ciddi olalım, bir sürü şeyi ısmarlamamak gerekir. Spagetti yemek zordur. Pizza dana kadar gelir, ye ye bitmez. En güzeli yarı aç kalmak pahasına basit şeyler yemek. Ben her zaman başlangıçlardan bir şey seçip onu ana yemek gibi kabul ederim. Nasılsa konuşurken yediğim rezil olacak, bari bir de yemekle uğraşmayayım. Aç kalamam diyorsanız, konvansiyonel gidin. Orta pişmiş bir bonfile gibi. Yemesi kolay olur (ben yapamam çünkü iyi çiğnemem lazım, izin vermezler konuşturmaktan).

Dikkat edilmesi gereken birkaç küçük nokta. Ağırlayandan daha pahalı bir yemek seçmeyin. Yapılması zaman alan yemekler seçmeyin (risotto, tuzda ya da buğulama balık gibi). Garsona uzun izah edilmesi gereken şeyler söylemeyin (yok şu garnitürü koyun, şunu koymayın gibi). Tanımadığınız yemekler seçmeyin (yiyemeyeceğiniz bir şey çıkarsa gününüzü görürsünüz).

Bir başka püf noktası peçete meselesi. Benim normal hayatımda kumaş peçete yoktur. Ne yazık ki, şık bir yerde iş yemeğinin -bana göre saçma- ritüeli o peçeteyi alıp önümüze koymaktır. Kaçarı yok. Sanki masada renkli hamur faaliyeti yapılacak. Kullanmayıp masada bırakmanız karizma çizer. Hele garsondan kağıt peçete istemek bittiğiniz andır. O kolalı kazık gibi kumaşa ağzınızı sileceksiniz. Bedel!

İş yemeklerinde pek tatlı olayına girilmez. Dondurma falan belki. Fakat kahve önemli. Racon espressodur. Yemekten sonra latte falan olmaz sakın ha. Türk kahvesine eyvallah. Ama ince bellide demleme çay hâşâ minel garaib olmaz. Çok kafaya takarsanız sallama olur.

Son birkaç husus. Masaya telefonunuzu koymayın. Mümkünse sessize alın, mesajlara falan bakmayı erteleyin. Bir şey not almanız gerekiyorsa kağıda alın, ya da notebook/tabletinizi çıkarıp yazın sonra kaldırın, hiç tuhaf değil. Yani şu iş yemekleri bir dert ki sormayın. Vazgeçilmeyecek kadar da önemli.

Hard İK

İstifa etiği

Önce terimde anlaşalım. Etik, ethica, ethos.. Adet, gelenek, görenek.. Yani manevi ilkeler. Kendi ahlak ilkelerimiz. Bilinçli olarak vazgeçmek istemediğimiz ahlaki davranışlarımız.Onun için genellikle “personal ethics” olarak geçer.

Şimdi bu davranışlardan, istifa ederken yapılabilecekleri konuşalım.

Bu kadar giriş açıklamasından sonra, kişiden kişiye fark edebileceğini söylememe gerek var mı?

İstifa bir veda değildir. Hiç belli olmaz bir daha nerede karşılaşacağınız. Demek ki kural 1: Kötü ayrılmak yok.

Mesela laf geçirmeli bir veda e-mail’i yok.

Geçmişte içe atılan hınçları kusmak yok.

Son günlerde işleri bâriz savsaklamak yok.

Kalanlara, kurumla ya da yöneticilerle ilgili kötüleme yok.

Kural 2: Hassas belgelere dokunmayın. Hiçbir belge, uğrunda şeref lekeleyecek kadar önemli değildir. Muhtemelen hiç lazım olmayacaktır zaten.

Kural 3: Gittiğiniz yerde eskiyi eleştirmeyin. Sebebi çok basit. İlk akla gelen şu olur: “Bize de yapar”.

Kural 4: Zimmetinizdekileri geri vermede hiç sorun çıkarmayın.

Bunların dışında isterseniz ibranameyi imzalamayın. Dava açın.

O başka, istifa etiği başka.

Hard İK

Kişisel gelişim nereye kadar?

Kişisel gelişim kitaplarının ve eğitimlerinin içinde boğuluyoruz. İK’cıların ikilemi: İnkâr mı, ret mi?

Madem her defasında dolgusuz ve kısa yoldan konuşuyoruz, hadi bu defa da 5N1K’dan gidelim. Maksat analitik bir bakış olsun.

“Ne?” Kişisel gelişim eğitimlerinin konusu tutum veya davranış geliştirme/değiştirmedir. Tutum geliştirme, planlı yapılmak istendiğinde en zor şeydir. Kaç aşamadan geçmeniz gerekir. Karşınızdaki algısını kapatmayacak, ona hiç bilmediği yeni bir bilgi yükleyeceksiniz, bu bilgi zihinsel tutarsızlığına yol açarsa direnmeyecek, yeni bilgiyi proses ettikten sonra mevcut tutumuyla yer değiştirmeyi kendi isteğiyle kabul edecek. Veya ona beklenen bir davranışı anlatacaksınız, o davranışı neden yapması gerektiği konusunda sıkı bir gerekçe vereceksiniz, gönüllü olmasa bile isteneni yapmayı anlayacak ve kabul edecek.

“Ne zaman?” Kişisel gelişim bilgilerini durup dururken verirseniz kendinizi bile inandıramazsınız. Ya kültürel sorunlar belirlenmiş olacak, ya önemli hatalar ve müşteri şikayetleri bununla ilişkilendirilmiş olacak, ya çok net değişim sebepleriniz olacak (CEO değişimi veya satılma/birleşme gibi).

“Nerede?” İnsanları sınıflara tıkıp anlatırsanız -yetişkin eğitimi tekniklerine uymadığı için- muhtemelen ters tepecektir. Bu gibi yaşam deneyimlerinin tercihen sahada/gerçek hayatta/gerçek zamanlı yaşatılması gerekir.

“Nasıl?” İnsanlar bu gibi bilgilere o kadar doymuş durumda ki, fanatikleri dışında çoğu insan artık hevesini kaybetti. Onlara anlatacak yepyeni formatlar bulmak gerekir. Kısa, eğlenceli, basit, anlaşılır, gerçekçi, onların gerçekleriyle ilişkilendirilmiş. Bunun anlamı yeni eğitim formatları demektir. 40-50 dakikalık profesyonel konuşmacı sunumları, gerçek olay debrief’leri, spontanite eğitimleri, psikodramalar..

“Neden?” Kurumsal hedefleri bireysel hedeflere indirmek için.. Bazı davranışları benimsetmekten başka yol kalmadığı için.. Stratejik olarak öyle gerektiği için.. (Mesela yöneticilerin geri bildirimleri, çıkış mülakatları, toplantı alışkanlıkları).

“Kim?” Bu kadar yapılması zor bir şeydir ki ancak özel yeteneği olanlar yapabilir. Dolayısıyla ne iç eğitmenlerle olur, ne de tanımadığınız dış eğitmenlerle. Bu eğitimleri bir nevi ‘kişiye münhasır’ (kişiye özgü) sayabilirsiniz. Kimin bu eğitimleri yaptığı, bazen içerikten bile daha önemlidir.

Sonuç. Kişisel gelişim eğitimlerinin ‘operasyonu’ artık çok deneyimli kişilerin planlaması gereken bir uzmanlık konusudur. Kullanım alanı daralmıştır ve yöntemleri değişim geçirmiştir.

Kişisel gelişim kitapları ise sadece meraklısına hitap eder. Kimseyi okumak için zorlayamayız ve kurum içi eğitimlerde onlardan yarar beklemeyiz.

Kişisel gelişim artık kulvar değiştirdi, bunun en başta İK’cıların farkında olması gerekir.

Gazanız mübarek olsun.