Hard İK

Peryön İK blog yarışması adayları üzerine..

Kendi kendime 5 tane değerlendirme kriteri koydum (herkesin son 3 yazısını okuyarak): Blogun görünümü, konu başlığıyla içerik uyumu, fikirlerde özgünlük/farklılık, üslup (anlaşılabilirlik), yazım hataları.

Ali Cevat Ünsal: Ali tarzına dönüştürülmüş blog haritası. Bayağı yüksek sayaç verileri. Altındaki yazının içeriğini aşan çarpıcı başlıklar. Subjektif öngörüler. Kolay bir dil. Temkinli, ölçülü, ortadan giden görüşler.

Aykut Güner: Gözü rahatsız eden font oynamaları. Yazım hataları. Bilineni söyleyen fikirler. Yapılandırılmamış (rastgele anlatır gibi) yazılar.

Cihan Demirdaş: Gayet yorucu bir site görünümü. Genel geçer fikirler (doğru ama bilinen şeyler). Kişisel yargılar.

Deniz Daver: Sade tasarım. Kişisel üslup. Ancak ilginç olan, son 8 yazının da kalıbı aynı: Bir şeyin 4, 5, 6, 7 veya 9 nedeni/sebebi/yolu. Ve arkasından tavsiyeler. Blog şablonlaşmış.

Duhan Gevren: Görünüm asgari olarak yeterli. Güzel bir üslup: İçten, sıcak. İyi gözlemler. Çekici başlıklar. Dozunda göndermeler. Ah bazı yazılarda o fontlarla oynama olmasa.

Ekrem Öztürk: Özensiz görünüm (büyük bir gökyüzü fotoğrafının köşesinde çok küçük bir vesikalık). Bazı kategorilerin altı boş, hiç yazı yok. Kompozisyon gibi geleneksel üslup. Kesin yargılar.

Elif Kağnıcı: Görsel iyi. Konular dikkatlice seçilmiş: En iyi bildiği şeyler (puantaj-işten çıkış işlemi ya da iş sağlığı ve güvenliği gibi). Tehlikesiz sular ve saygı duyduğum bir tevazu. İddiasız ve işlevsel.

Emre İnanç Karakaş: Sitesinde kendi fotoğrafı biraz büyük ve fazla kullanılmış. İyi bildiği konuların (saha İK’cısı)

Hard İK

Eğitim anlayışı nasıl dönüştü?

90’ların ortaları.

O günlerin çağrışımı ne biliyor musunuz? Milyonlarca PP slaytı ve içine koyduğumuz clipart’lar. Şimdi düşünürken bile yaptığımdan utanıyorum. Ne kadar milat öncesi zamanlarmış. Ayakta dikilip, insanlara dinletebilme kaygısıyla bütün gün konuşmak zorunda hissettiğim günler.

2000’lerin başı.

Finansal deprem zamanları. Çalışan âleminde ciddi bir insan değişikliği olmuştu. Bir sürü banka kapandı. Toplu işten çıkarmalar, birleşmeler, küçülmeler.. Büyük bir fay kırılmasıydı. O günlerin modası eğitim oyunları ve uzaktan öğrenimden abartılı beklentiydi. Temelindeki mantık toplu üretim, maliyet düşürme, daha çok kişiye daha ucuza eğitimdi. Sevemedim. Çok uyabildiğim de söylenemez.

2000’lerin sonları.

Kurumsal eğitimlerde gerileme devri. Felsefesiz, bütçesiz, vizyonsuz yıllar. Belki finans-risk-teknik eğitimlerin yükseliş zamanları diyebiliriz. Benim eğitimden iyice uzaklaştığım dönem.

2010 sonrası.

Yeniden doğuş vakti. ‘Gereken kişilere, gereken neyse verilmeli’ dönemi. Özelleştirilmiş eğitim tasarımı hiç olmadığı kadar öne çıkarılmaya başlandı. Katılımcılar artık tek tek düşünüp seçiliyor. Ölçme değerlendirme (ROI) daha sık konuşuluyor. Gelişmiş kurumlar, eğlenceli eğitim takıntısından kurtuldu.

Ben bugün daha ileri gitmek istiyorum.

Ne anlatırsa anlatsın, konuşan bir eğitmenle koca bir gün geçmez. Çok seçmece ve dinleyenlere gerekli şeyler anlatıyorsa belki en fazla 1-2 saat dinlenir. Daha uzun sürecekse eğitmenin rolü değişir: Katılımcılarla sohbet eden, konuyu iyi bilen bir kişi olur. Sadece katılımcıların hayatı ve ihtiyaçları konuşulur. Her söylenen bir katkıdır. Eğitim artık -eğitmenin belli belirsiz yönlendirdiği- spontan bir akıştır. Hatta süre baskısı bile olmaz, sürdüğü kadar sürer, yeterliyse biter.

Ancak böyle olursa İnternette ânında ulaşılabilir her türlü bilgiden daha yukarıda olur. Varlığı bir anlam kazanır.

Hard İK

Yönetim bilimi başka, uygulaması başka

Şimdi sıkı durun. Size ders kitaplarından alıntı, muhtemelen üniversitede çocukları hipnotize eden yönetim bilimi tanımları vereceğim.

Para, makine, yöntem, insan ve araç-gerecin uyumlaştırılması

Belirli amaçların etkili ve verimli biçimde gerçekleştirilebilmesi amacıyla, insanların işbirliği ve koordinasyonunu sağlamaya yönelik faaliyetler

Ortak bir amaç için süreçler ve karar mekanizmaları geliştirilmesi

Şimdi sokağa inelim.

Hashtag’lerimiz şunlar: Amaç, süreç, başkalarına yaptırma. En zoru, yaptırma. Orada, derslerde öğretilmeyen ciddi bir hayat bilgisi yatar. Size onu anlatacağım.

İTTİREREK YAPTIRMA

Pratikteki karşılığı tepesine binmedir. Fadıl takipte. Taciz et ki çalışsın. Hatta birçok yönetici bunu iş bitiriciliğin tek yöntemi olarak kabul eder. Bir versiyonu da bayıltıncaya kadar açıklamaktır. Ne kadar uzun anlatılırsa, o kadar yaptırabileceğine inanmak. İşler mi işler, ama bedeli pahalıdır. Mutlaka hasara yol açar. Tüketir, bitirir, çıldırtır.

KENDİNİ SEVDİREREK MİNNETLE YAPTIRMA

Pahalıya patlamada ikinci sırayı alan yöntemdir. Bir sürü yapaylık ve taviz karşılığında keçi boynuzu şekerinize kavuşabilirsiniz. Üstelik sürekli rezervden yersiniz; sürdürülebilirliği yoktur. Hatırınız için çalışan azınlığa karşılık sizi bir zafiyet anıtı olarak gören çoğunluk. Kendinizi birgün ‘Ben nerede hata yaptım? Nankör bunlar’ diye mırıldanırken bulabilirsiniz.

KORKUTARAK YAPTIRMA

Aslında Türk kültürüne gayet uygun bir modeldir: Bağıran yönetici. Efsaneniz yürüdükçe iş yaptırma etkiniz artar. ‘Sesi üst kattan duyuluyordu’ magazini mutlak çalıştırma etkisi yaratır (siyasi olarak ulusal düzeyde de test edilip onaylanmıştır). Tek şartla: Yapayalnız kalırsınız. Kararları artık kendi başınıza almak zorundasınız. Sağlama yapma imkanı bitmiştir. Aklınız erdiği kadar buyurun her şeyi çözün.

SİSTEMİN ARKASINA SIĞINARAK YAPTIRMA

Bir nevi uzaktan yönetim. İnsanlarla temas etmeden, elçiler kullanarak, prosedürlerle.. Bu olabilir ama modern motor teknolojisindeki gibi bir de beyin geliştirmek şartıyla. Öyle bir sorun teşhis yöntemi olacak ki, her türlü anormalliği hemen yakalayacak ve içeride ekrana yansıtacak. Tabi böyle bir araba, sanayi sitesindeki ustaya götürülmez. Mutlaka elektronik cihazlarla teşhis koyan yetkili ve pahalı servise gidilecek. Bu durum, kaputun altıyla öyle yaman bir yabancılaşmadır ki, olmadık bir yerde arabanız bozulursa adım atamazsınız. Göbek bağıyla bağlı olduğunuz servise çektirirsiniz artık.

ENSESİ KALIN KURT TEKNİĞİ

Bütün yolların çıktığı yer. Yaptıramıyorsanız oturun yapın. Sebep çok: Hata riski alamazsınız, vakit çok kısıtlı, insanlar beceriksiz ya da tembel, denediniz olmadı..

Sonuç 1: Bir işi yaptırmak zordur demiştim. Kitaplarda durduğu gibi durmaz.

Sonuç 2: En iyi yöntem yoktur, durumsallık ve yöntemlerin karıştırılması vardır. Hepsi lazım. Hatta yaptırtılacak kişiye göre yöntem olmalı.

Sonuç 3: İnsanlar kendisine ‘bir yöntem’ uygulanmasını sevmez. En iyisi, yönetim bilginizle kendinizi karıştırın. Sezgi ve belirlilik ekleyin (belirlilik ilkelerle-etiklerle sağlanır ve güven duygusunun ilacıdır).

Onun için koca insanlara, yönetim eğitimlerinde ancak ilham alabilecekleri gerçek vakalar anlatılabilir. Kendi tarzlarını bulabilsinler diye.

Yönetimde, bir noktadan sonra herkes yalnız.