Anılar

8-5’den bıktınız mı? Eğitmen olun?

Biliyorum; istemeden çalışılan zaman geçmek bilmiyor.. kurumsal hayat çekilmiyor.. bundan kurtulmanın bir yolu var.. mı? Gördüğüm, sanki bütün kariyer yolları serbest eğitmenliğe çıkıyor (adı danışman olanların çok azı öyledir, onları da eğitmen sayın). Anlatayım size nasıl bir şey olduğunu.

Önce anlaşalım: Ne teşvik edeceğim, ne yereceğim. Herkesin hayatı kendine. Çemkirme gibi bir art niyetim de yok.

Pazar yazısı işte, adamın biri tespitlerini anlatmış, oku geç.

Sokak kediliği aklınıza bir kere düştü mü, insan epey oyalanır. Kuluçka dönemidir bu. Boşu boşuna hesaplar, iç sorgulamalar, araştırmalar yaparsınız. Herkes farklı bir şey söyler. Düşünerek pek bir yere varamazsınız.

Bu arada bir püf noktası: Etrafınızdaki örnekleri biraz kurcalarsanız, aslında önceden başlayanların çoğunun buna mecbur kaldığını görürsünüz. Çünkü ‘yol bitmiştir’.

Bu aşamada karar vermede yalnızsınız: Hayatın ittirmesi mi beklenecek, yoksa ya herru mu (herro mu, herrü mü emin değilim) denecek?

İkinci faz, geçici bir şemsiye arayışı. İlk akla gelen müthiş çözüm, önünüze çıkan eğitim firmasına taşeronluktur. O firmalar bilginize doğru dürüst bakmaz; tek aranan yetkinlik, sunum. Farzedin kartvizitinizde şöyle yazıyor: ‘Her türlü eğitim yapılır’. Tek sermaye, PowerPoint’iniz ve kurumların ihtiyaç olarak belirlediği (!) bir eğitimin içeriğini derlemek için yarım günlük emek.

Sokakta biraz daha dik durmanın diğer yolu, şirket kurup, yabancı bir know-how adı çakmaktır. O ayrı konu, geçelim.

Son duyduğuma göre, piyasadaki eğitim firmalarının sayısı, bir Anadolu kenti nüfusunu aşmış. En büyük sorun da yeni katılanlar içinmiş; isim bulmakta zorlanıyorlarmış:)

Gelelim işin en önemli kısmına. Satış. Bilinen tek yöntem var: Taciz.  Sürekli kurumların eğitim müdürlükleri telefonla aranacak ve ziyarete gidilecek. Süreç döngüsü de sabit: Sallama eğitim adları bul, ısrar ve azimle hedef müşteri kitleni takip et, eğitimlerini neye tutturursan ona sat, eğitimlerde insanları eğlendirmenin bir yolunu bul, sonra yeni eğitim adları uydur, gene müşteri kovala, oyun/eğlence çıtasını gittikçe yükselt..

Peki kazancı iyi mi?

Siz hiç sulu benzinle çalışan pancar motoru gördünüz mü? Bir hızlanır, bir duracak gibi olur, tıksırır, sonra gene toparlar. Hah, para durumu böyledir. Bir iş çıkar, aynı eğitimi milyonlarca defa tekrarlarsınız, kazancınızdan o dönem havaya girersiniz. Ama böyle gitmez. Yazın iş az olur. Ramazanda eğitim tercih edilmez. Yıl sonuna yaklaşırken kimsenin vakti yoktur. Kurbanda, Şekerde hayat 2 hafta felç olur. Bir sürü zaman bomboş kalırsınız. Kurumlar, ödemelerini haftalarca bekletir, tahsilat yapamazsınız. Yani sonuçta yevmiyeci gibi geçer hayat: Oldu mu var, olmadı mı yok.

Ama bütün bunlara rağmen bu yola girince dönüşü yoktur. Çünkü bu meslek insanı olgunlaştırır. Rüyalarınızda bile zor katılımcılarla nasıl baş ettiğinizi görürsünüz. Bir konuyu nasıl daha anlaşılır anlatırım düşüncesi bir refleks olur. Anlattıkça kendi dediklerinizin arasındaki nedensellik ilişkileri ışıldamaya başlar. Herhangi bir şeyi anlatmakta ustalaşırsınız. Dinlerken öğrenen insanların yüz ifadesini fark etmeye başlarsınız; o ifade insanda bağımlılık yapar.

Ve en önemlisi, uzun zamanlar geçtikten sonra artık pazarlamayı umursamamaya başlarsınız.

Çünkü meslekte eskimişsinizdir. Sizi tanırlar. Alengirli eğitim adlarına gerek kalmamıştır. İnanmadığınız eğitimi yapmam diyebilirsiniz.

Diyetiniz ödenmiştir. 

Anılar

Bir yönetim aracı olarak ‘çıpalama’

Önce biraz bilgi altlığı yapmamız lazım. Kısa bir dersten sonra anımı anlatacağım. Siz sonra ikisini birleştirir yönetim bilimi içinde yerine koyarsınız.

Şimdi kıpraşmadan ilk bölümü dikkatli okuyun.

Çıpalamayı (İtalyanca ceppo’dan/anchoring) en kısa şöyle açıklayabilirim: Bilinmeyeni değerlendirmede, referans (ilk değer) niteliğinde bir kısa yol yaratmak. Tamam, normal konuşma diliyle söyleyelim: Birisine öyle etkili bir şey yaşatacaksınız ki, ileride benzer durumlarda hep o aklına gelsin ve davranışını ona göre ayarlasın. Mesela Coppola’nın Apocalypse Now’ında, Vietnam köyüne o unutulmaz saldırı sahnesinde, helikopterlerden son ses Wagner yayını yapılır. İşte o müzik, bombalardan beter akılda kalır, çünkü hayatta kalanları çıpalamıştır. Bırakın şimdi savaşın sonunu, o köylülerin Amerikan ordusunu her düşündüklerinde ne hissedeceğini hayal edin.

Ders bitmedi, oturun.

Bir de tutum değişiminde korku/kaygının etkisinden bahsedilir. Denir ki; aşırı kaygı yaratan iletişim, savunmayı tetikler ve zihnen reddedilir. Halbuki ‘dozunda korku’ öğrenmeyi hızlandırır. Mesela sigaradan vazgeçirmek için bir denek grubuna, akciğer ameliyatı filmi gösterilmiş. Diğer deneklere de kendi akciğer röntgenleri gösterilmiş. Sonuç tabi ki, röntgeni izleyenlerin daha çok etkilenmesiyle sonuçlanmış.

Şimdi Erol Aksoy’lu anıma gelelim.

Yıl tahmin ediyorum 1986 ya da 87. Bir akşam mesai sonuna çok yakın bir zaman (18.00’e 5-10 dakika falan var). O anda yapacak işim mi yoktu neydi, şeytan dürttü, şu gazeteye bir göz atayım dedim. Tam okuyorum, bir ses. Kafayı bir kaldırdım, Erol Aksoy. Gizli bir şey söyler gibi bana hafif eğilmiş, sakin bir ses tonuyla ama tam bir emir vurgusuyla şöyle dedi: ‘şimdi hemen o gazeteyi kaldır’. O kadar. Sonra gitti.

Bankanın sahibi.. Genel müdür.. Bir zavallı uzman pozisyonundaki çalışanını yakalamış, ona sakin sesle kısacık, çok net ve kesin bir şey söylüyor. Ama tam doğru anda. Tam ‘dozunda’. Tam gereken miktarda kaygıyı yaratarak.

O an benim için neydi biliyor musunuz? Wagner müziği.

Şaka değil, hâlâ o anda gazetede okuduğumu hatırlıyorum (taksilerin sarıya boyanması zorunluğuyla ilgili bir ekonomi sayfası haberiydi).

Hâlâ mesai saatları içinde elimi gazeteye değdirmem.

Çıpalandım çünkü.