Hard İK

İK’da önceliklendirme 101

Obsessive man laying on grass, perfection

Modası geçmez konulardan birisi.

Ne demiş Enis Batur, 73’de Paris’de; ‘Güneşin altında yeni bir şey yok’. 90’larda Covey’in şu arkaik (biliyorsunuz, klasik çağ öncesinden kalan demek) zaman yönetimi matrisini ilk gördüğümüzde tamam demiştik, bu defa zamana hâkim olacağız. Hiçbir şey değişmedi. Hâlâ acınası halimiz devam ediyor.

Acil demek; patlayan işler, ya da o anda ne konuşuluyorsa o demek. Hayatımız bir aciller zinciri.

Gerçek önemli iş diye bir ayırımımız yok, o farkındalık düzeyine hiç çıkmadık.

Acil olmayan/önemli demek, bekleyen tüm işlerimiz demek.

Önemsize önemsiz demiyoruz. Onun adı olmaz zaten. Öyle bir şey yok.

Acil/önemli matrisinin az bilinen başka bir çeşidi var, impact/effort. Etki/çaba kavramını ben daha çok seviyorum; ötekindeki yapaylık ve kavramsal teşhis edilemezlik yok. Gelin bunun üzerinden örnekleyeyim.

Ne olabilir mesela, sürekli etkisi yüksek ve çaba gerektiren? Netim: Optimizasyon. MIS de diyebilirdim (yönetim bilişim sistemleri). Ya da daha bileşenlerine ayırayım; ‘metrics’ (ölçübilim) ve gerçek zamanlı raporlama. İK’nın varlık nedeni. Hep tepkici (reactive) olarak arkadan gelecekse, ne etkisi kalır ki? Bu da İK’nın tüm işleyişinin yeniden tasarlanması demek. Belki alt fonksiyonlarına ayrılma zamanı çoktan gelmiştir. Süreç analizleri yapmalı, geliştirme/iyileştirme hiç bitmemeli, işleri sürekli yeniden tasarlamalı. Bunun için fonksiyonların içinde çalışan İK’cılar olmalı. Ve en önemlisi, yapay zekalı yeni İK yazılımları olmalı.

Yüksek etki, düşük çabalı ne olabilir? Tüm hukuki sonucu olan işlemler. İSG’den, KVK’ya kadar. Kurumsal eğitimlerin ihtiyaç analizinden, uygulamasına kadar. Seçmelerden, iş sözleşmesinin sonlanmasına kadar. İyi işleyen bir özlük operasyonu. Tabii olabildiği kadar otomasyonla. Ben ona makina dairesi derim. Işıksız, havasızdır ama tekneyi onlar yürütür. Not: İK chatbot’larını önemseyin, değişim oradan gelecek!

Düşük etki, yüksek çaba: Tabii ki toplantılar. Kimisi kahrolası toplantılar. Sıfırlamak mümkün değil ama belki bir ince ayar çekilebilir.

Ne etki, ne çaba, hiçbir işe yaramayanlar: Motivasyon etkinlikleri.. İK’sal şirinlikler..

Biliyorum, ben görmeyeceğim. Ama İK’nın önceliklendirmesi budur.


Anılar

Kişisel imaj

Ya 97, ya 98. O günlerin popüler bankalarından birinin GMY’si aradı, gel Ahmet dedi, sana bir özel sipariş işimiz var. Ben sokak kedisi olmadan, birkaç yıl öncesine kadar, zaman zaman fikir alışverişimiz olan bir meslektaş.

Kıyafet, bankalarda hep dert bir konudur. O yıllarda başka bir banka, reklam ajansına bir video kaseti (evet yanlış okumadınız, şubelere kasetler gönderilirdi, alın izleyin diye) yaptırtmış ‘dress code’la ilgili. İçinde de, metin yazarının, ‘her sabah duş alın, deo kullanın’ diyeceği tutmuş. Aman efendim ne magazin geyiği dönmüştü o günlerde piyasada, güya bunu bize hatırlatmaya ne gerek var demiş insanlar, çok bozulan olmuş, genel müdür özür dilemiş, videoyu geri çekmişler.

Bana söylediği aşağı yukarı şuydu: Sen bu işleri bizzat yaşamış insansın, bul bir prodüksiyon şirketi, bize bir giyim videosunu kendi gözetiminde hazırlat. Sana yetki veriyoruz, hâkim ol duruma, öteki bankada yaşanan gaf başımıza gelmesin.

Peki dedim, kolay.

Hazırlattım. İyi bütçe vermişlerdi, sorunum olmadı.

‘Teaser’ (ön tanıtım) gibi bir şey oldu.

Seyrettiler, sonra bizimki dedi ki, ‘bence bu amacımıza yetmeyecek, daha iz bırakacak bir etkinliğe dönüştürmeliyiz, videoyu kendin yapacağın bir eğitimin içine gömebilir misin?’

Hatta abarttılar; başka şeyler de ekle eğitime dediler, mesela önemli bir müşteri iş yemeğine davet edildiğinde neler bilmek gerekir? Mönüden nasıl yemek kombinasyonu yapılır? İçki içiliyorsa, hangi içki hakkında ne bilmek gerekir? Hedef kitleyi de belirlediler: Özel bankacılık müşteri temsilcileri. Sınırlı bir kitle.

Ona da tamam dedim.

Bu konular zaten özel hayatımda ilgi alanım. Bildiğim şeyler. Sohbet gibi anlatıyordum.

Eğitimin adını ‘kişisel imaj’ koyduk. Birlikte öyle karar verdik. Amaç, kıyafet konusunu kamufle etmek. Bir daha o kötü tecrübe yaşanmasın, millet tepki göstermesin diye.

Başladık. Eğleniyorum. Skoç viskinin tarihçesinden giriyorum, şaraptan çıkıyorum. İçkilerin/yemeklerin kendi öyküsü var, sohbetlik malzeme bol bende.

Grubu bitirdik, devam et dediler, şube müdürlerine de anlat.

Yapıştı mı üstüme kişisel imaj?

Hiç hoşlanmadım bu gidişattan. Ben kim, giyimde ahkam kesmek kim? Ne böyle bir temelim var, ne iddiam.

Amacımı aştı yani yaptığımız. Ben kişisel imajla falan hatırlanmak istemiyorum.

Bu arada hemen replikalar başladı tabii. Onlarla rekabete falan da niyetim yok benim.

Bir süre sonra kestim. Tamam bitti dedim.

Özel bir projeydi, bu kadar.

Bugün düşündüğüm zaman hâlâ pişmanlık duyarım, o 1-2 yıl nasıl bulaştım bu kişisel imaj işine? O anda anlatma keyfine kapıldım.

Şimdi anısı bile rahatsız ediyor.