Anılar

İş Hayatımdaki en’ler III

Üçlemeyi bununla tamamlıyoruz.

ANLAMAKTA EN ZORLANDIĞIM

Büyük bir banka. Eğitimin başındaki kişinin pozisyonu bölüm başkanı; geçmişte genel müdür yardımcılığı yapmış birisiydi. Lösemi (ya da bir türü) tedavisi görüyordu. Değer verdiğim, birlikte gülebildiğim insanlardandı. Böyle bir tedavi molasında birgün beni aradı. Şube müdürlerinin eğitimini çok ihmal ettik, hızlandırılmış kurs gibi potpurimsi bir şey tasarlasana dedi. Sonraları bu projenin üzerinde o kadar çalıştık ki, eğitimin süresini hesaplarken 5 dakikalara falan inmiştik, o kadar titiziz. Neredeyse bir yılımı onlar için kapadım. Ve başladık. Gayet güzel gidiyor. Tam sayıca ortalarına gelmiştik ki dostum kötüleşti. Çok uzatmadı bu sefer, Dünya’yı bize bıraktı gitti. Eğitime bir hafta mola verdik. Bir sonraki için hazırlanırken Genel Müdürlükten tanımadığım bir uzman kız telefon etti: Proje iptal edildi, devam etmiyoruz. O kadar. Ne eksik ne fazla. Ders: 1) Network’ünüz kadar varsınız, 2) Yap gene ama bir usulü var, 3) Her an, her şey değişebilir, bu standart hayat felsefemiz olmalı.

İŞE ALMADA EN DEĞİŞİK

Yarı deli bir banka patronu. Bankacılıktan hiç anlamayan, gösterişçi, savurgan, ahlaken tartışmalı, medyatik, sevilmeyen.. Bankanın İK danışmanıyım. Bazen işim olmasa bile gidip onunla kahve içmemi istiyor (dikkat, para ödüyor bunun için). Buna demişler ki, şube işi masraflı iş, sen gel uydu şubeler aç, şöyle 2-3 kişilik. Gazeteci kiosku gibi. Mevduat toplarsın bol bol. Aklına yatmış. Ne analiz ne bir şey. Bir kahve sohbetinde bunu anlattı, sonra dedi ki, bu iş Almanya’da daha güzel olur. Gurbetçiler yeter. Ha bir şey daha, orada çalışacakların profilini de düşünmüş: Yeni nesil gurbetçi çocukları. Yarı Almanca, yarı kırık Türkçe konuşan. Müşteriyle iletişimde orta yol olurmuş. Hem de sıfır deneyim olduğu için ucuz. Gişeciliği artık öğretirmişiz bir zahmet. Büyümüş göz emojisi olmuştum. Sanırım hiç konuşamadım. Özel uçağıyla gittik Almanya’ya. Mülakatlara başladım. Allahım kafayı yiyeceğim, punk gibi tipler. İş kıyafeti falan haberleri yok. Lastik ayakkabılarla gelmişler. Çoğu Türkçeyi zor anlıyor. Ne zorlanmıştım. Seçtik tabi. Sonra açıldı uydu şubeler. Hemen sonra da banka toptan kapatıldı, gömdük anıları boş kubbeye.

EĞİTİMDE EN DEĞİŞİK

Danışmanlığın ilk yılları. Sıkı bir ortağım var. Popüler, çok iyi eğitimli. Daha doğru dürüst müşterimiz yok. Bizim ortağın da tanımadığı yok. Siyasiler dahil. Birgün dedi ki, Antalya’da yerel bir zengin ilk süpermarketi açıyormuş, gel şu elemanları bir eğit demiş (vallahi aynen böyle). İş iştir yürü dedi. Gittik. Eğitim sabahı bizi otelden aldılar, hiçbir fikrim yok eğitimin amacı hakkında. Eğitim yerimizi söylüyorum şimdi. Patronun müstakil evi. Biz eğitimi salonunda yapacağız. Meydancı-depocu dahil tüm reyon çalışanları. Bir kısmı iş kıyafetiyle (mesela kasabı hemen tanıdım). Salonda 40 kişi falan var, bir kanapede 5 kişi sıkışmış. Evin önünde milyon tane lastik terlik. Cami avlusu gibi. Ve hıyar gibi iki ayrıksı tip: biz. En ufak bir şey hatırlamıyorum şimdi ne bulup da anlatmıştık. Herhalde bir çeşit travma yaşıyordum. Bu kadar.

Hadi anılara mola.

Biraz da teknik İK üzerine yazayım, ayıp oluyor.

Yorumunuz var mı?