Hard İK

TEGEP 4. Zirve Teması için ters yüz bir yorum

Sen misin ters yüzü zirve konusu yapan? Bakın havaya girdim. Kim ne dedi, sunumu iyi miydi kötü müydü, valla hiç uğraşmayacağım onlarla. Size, anladığımın ekstresini çıkarıyorum. Önemli olan bende kalan. Yani ters yüz tekniği ne diyorsa o!

Flipped learning.. Blended learning.. Reverse teaching.. Aktif öğrenme..

Bütün mesele nöral devrelerde ve nöro plastisitede. Beyin, kendi dinamikleriyle hareket eder. Her beyin biricik. Kendi sebep-sonuçları var. Sadece dikkat edince öğrenir ve sadece isterse dikkat eder. Dikkat yoluyla algıyı açarsanız, içeriye 5 duyunun taşıdıkları girer. Zorla (başkası değil kendiniz dahi) algılamaya çalışırsanız, yüzeysel tutar, sonra çöpe. Geleneksel eğitim hazır bilgiyi öğrenmeye zorladığı için beyin karşı koyar. Sonuç: Beynin galibiyeti.

O zaman basit bir gerçeğe geliriz: Ya kendi kendimize öğreniriz, ya da bu iş olmaz.

Püf noktası burada: Kendi kendimize öğrenmeye dışarıdan ne kadar yardım edilebilir? İki noktada ‘yeni’ öğrenmeyi yapılandırabiliriz: Yalnızken öğrenecekleri materyali ince ayarlayabiliriz (çok hafif tutabiliriz, çekici kılabiliriz, bilerek anlamlı parçalara bölebiliriz), sonra da sınıfta sosyal etkileşimi bir araç olarak kullanırız.

Öğrenenin kendi kendine yapabileceklerinde refleks olarak akla video, uzaktan öğrenim ve kurum içi sosyal medya geliyor değil mi? Hah, onlar da evriliyor. Mesela videoların süresi kısalıyor, içerik kolaylaşıyor, görsellik artıyor (kişisel not: bence e-learning’i de masaya yatıracağımız zaman yakındır). Erhan Erkut bu noktada acı gerçeği de söyledi: Bizim gençliğimizin kültüründe hocayla aktif iletişim yok. Ne kadar uğraşsam kimse e-mail ile bir şey sormuyor dedi. Aynısı benden: Kurumsal hayatta da hiç farklı değil, biz sormayız arkadaş. Bize kimse zorla soru sordurtamaz!

O zaman sınıf içi iletişimi gene göreceli olarak önem kazanıyor. Zaten benim de yaptığım şeydi: Konuya gerçek/çarpıcı bir anekdotla dalmak ve arkasından tartışmayı fitillemek. Hem de daha konunun ne olduğundan bile bahsetmeden (Erkut buna kick-off diyor, Blanchard’çılar buz kırma amaçlı tanışma faslı bayıyor girin konuya sonra tanışırsınız diyor). Bu aslında bir telafi; Önceden yeterince hazır olmamanın açığını sınıfta kapatmak için masum bir hile. Ha, insanların ilgisini (dikkatini) çekecek bir şey de, konuya onların gerçek bir sorunlarıyla girmek.

Sonrası malum, bildiğiniz teknikler işte. Onlara anlattırmak, çoğu zıpçıktı oyunlar, doğaçlama tartışmalar ve en önemlisi öğrenmeyi aralıklı parçalara bölmek. Yüklenmemek. Peşini de bırakmamak.

Erkut, (o içine işlemiş İngilizce sözcükler kullanma alışkanlığıyla) her eğitim bir performanstır dedi. Ben olsam bu kavrama ‘yönlendirilen akış’ derdim.

Yazarın yorum bölümü: Demek ki neymiş? Aklın yolu kurumları dize getirmiş (resmî eğitim için daha bir asır falan süreye ihtiyaç var). Demek ki, sahici ve normal eğitmenler, monologçu stand-up eğitmenlerinden daha işlevselmiş.

Şimdi ses veriyorum, sonra hep bir ağızdan: We don’t need no education, we don’t need no thought control.

Yorumunuz var mı?