Anılar

Önceki krizde yaşadıklarım

Bundan ders çıkmaz, öyle bir amacı yok. Artık duygusu kalmamış anılar bunlar.

Önce manzarayı bilmeniz lazım. 2001…

17 yıl olmuş.

Esentepe’deki Gazeteciler sitesinde, küçük bahçeli, müstakil evden dönüştürülmüş bir ofis. Ekip 4 kişi. Öncü kuvvetlerim iki kişi. Sıkı bir süreççi ve bir psikolog. Gel şu eğitimi yap yok, önce olay yeri incelemesi. Bir sürü eğitim ihtiyacı zannedilen şey, ya süreç sorunu, ya yönetici hatası, ya oradaki iklimin derdi. O ikili benim İHA’larım; onların bulgularıyla eğitim tasarlardım.

Öteki ikisi, bir office man (boy diyemeyeceğim valla), bir de her şeyi halleden çözümcü asistanımız.

Eğitimlerimi orada yapardım. En çok 14-15 kişiye.

Öğlenleri bizimkiler açık büfe gibi bir masa hazırlardı. Hani şu kahvaltıcı seyyar teyzenin arabası gibi. Sandviçlik malzeme. Herkes kendi sandviçini yapar, çıkar bahçede yerdi.

Yüzde 90 bankalardı müşterilerimiz. Yıllık anlaşmalar yapardık; aylarca süren onlara özel projeler. Eğitim bölümlerinin dışarıdaki uzantısı gibiydik.

Şubattı. Başladı kriz.

Nereye kadar gidebileceğine dair hiçbir tahminim yoktu.

Birkaç hafta sonra telefonlar: Eğitimleri iptal ediyoruz. Her gün bir ikisi. Bunu bildirenler de hep departmanın en kıdemsizleri. Hiçbir yönetici bana bağlatıp konuşmadı.

Mayısa geldiğimizde bir tane işimiz kalmıştı.

Bu arada bankalara el konulduğu haberleri başladı.

En büyük darbe vergiden geldi; önceki yılın kurumlar vergisi. Arabamı satıp ödemiştim, bir Honda’m vardı.

Üzerine koymadan birikimim 3 ay yetti. Ofis kirasının karşılığı yoktu. Kira dolarlaydı. Önce TL yaptık, indirdik, sabitledik, 2 ay daha götürdü. Temmuzda çıkıyorum dedim.

Cihangir’de küçücük bir çatı katı buldum. Eşyayı eskiciye sattık; kamyonla aldı gitti, bakmadım bile.

Herkesle vedalaştık (bu arada office man ne dedi biliyor musunuz, tazminatım sizde kalsın, şu anda ihtiyacınız var, daha iyi zamanınızda ödersiniz bana dedi, 2 yıl sonra uygun musunuz dedi, o zaman ödedim).

Şirket kapamak o kadar zor bir iş ki, 2003’e kadar uğraştırdı. Ticaret sicili gazetesindeki kapanma yazısı hâlâ bir anı olarak şu anda çalışma odamda yerde çerçeveli olarak duvara yaslanmış duruyor.

Bu arada 22 banka battı, çoğu müşterimizdi.

İş ortamlarından tanıdığım birçok insan yok oldu. Ne oldular, ne yaptılar, hiç duymadım.

Bir daha öyle yoğun çalışmadım. Ertesi yıllarda bir motosiklet aldım (Transalp), tek aracım o oldu. Günlerce, haftalarca o çatı katında amaçsızca zamanlar geçirdim. Arada, çalışma tarzı bana çok uzak olan başka eğitim firmalarına taşeronluk yaptım, o ayın giderlerini karşıladım.

İstemedim baştan başlamayı. Ruh halim değişti.

Ahmet, boş kubbede hoş bir sada oldu.

Ve o günlerden bugünkü halim doğdu.

 

 

 

 

Anılar

Bu da benim Ölü Ozanlar Derneğim

Bir zamanlar meşhur MT’ler (management trainee) vardı (ukalalık etmiyorum böyle denirdi). Özellikle bankalara alınan sıfır km yetenekler. Yıldız havuzu.. fidanlık.. ne derseniz.

İşin bütün esprisi seçilmelerindeki titizlik ve ondan sonraki ağır eğitimdeydi. Nefes alamazlardı aylarca. Normal hayatta bunun dengi bir eğitim bilmiyorum. Abartmayayım ama komando eğitimi gibi bir şeydi: 6 ay.

Bu işin en iyisi kabul edilen bir bankanın eğitim programında sonlara doğru benim de 2 günüm vardı.

İlk gün ders öncesi eğitim bölümünden beni ikaz ettiler, “bu dönem grup biraz sorunlu haberiniz olsun” diye. Bir eğitmeni ağlatmışlar. Bir başka eğitmen yönetime şikayet mektubu yazmış.

Belli ki feci sıkılmış çocuklar. Bir tür başkaldırma.

Açıkça bir saygısızlıkları yoktu ama hiçbir şey ilgilerini çekmiyordu. Dinlemiyorlardı. Umursamadan kendi aralarında konuşuyorlardı. Bazıları da bunalım takılıyordu, kafası sürekli öne eğik karalama falan yapıyorlardı.

Öğleden sonra anlatırken âniden kestim. Cümlemi yarım bıraktım. Çıktım sınıftan.

Holün öteki ucunda yalnız kalacağım bir yer buldum. Çektim bir sandalye. Ayaklarımı pervaza uzattım, ne yapacağımı bilmiyorum. Bir karar vermem lazım.

En fazla yapmam eğitimi. Fatura da göndermem, kimse bir şey diyemez. Zaten sabıkalılar.

Sanırım yarım saat kadar oturdum öyle.

Sonra bir baktım uzağımda bir kız bir oğlan. Hocam gelebilir miyiz dediler. Tabii dedim. “Biz aramızda konuştuk, özür dileriz, devam ederseniz dinleyeceğiz” dediler.

Döndüm sınıfa. Dedim ki, gitmek isteyen çıksın, yoklamaya yazmayacağım, tek isteğim yarın sabah sağlam gelin.

Sessizlik.

O zaman ben de baştan alıyorum dedim.

İkinci gün hiç sorun çıkmadı.

İçlerinden bir tanesini 16 yıl sonra gördüm. Önemli bir şubenin müdürüydü. O söyledi, hatırladınız mı, ben o sınıftaydım diye. Sınıftan 5-6 kişi daha Genel Müdürlükte departman müdürüymüş. Bir tanesi bankanın iştiraki bir finans şirketinde genel müdürmüş.

Biz o gün yerli Ölü Ozanlar Derneği olmuştuk.