Anılar

Tabanca

Bankada çalışırken bölge ziyaretlerine giderdim.

İçimizde meşhur bir şube müdürümüz vardı; hakkında efsaneler dolaşırdı. İtiraf ediyorum, eski gidişlerimde tanık olduklarımla benim de katkım olmuştur. Tamam, ticari açıdan çok başarılıydı, müşteriler bayılıyordu, çalışanlar kayıtsız şartsız seviyordu.. ama bir sorun vardı: Şubesi, şube değil, Osmanlı sancakbeyliğiydi. Sanki tek başına başka bir banka.

Çalışanlar odasına belli bir ritüelle girerdi (birisinin sırtını dönmeden geri geri çıktığını ben gördüm).

Tek tek her birinin evinde kim hasta, kimin ne sorunu var bilirdi. Birgün, gün ortasında, sabah ateşli bıraktığı çocuğuna git bak gel diye bir kadını göndermiş. Talimat verirmiş tek tek, sen evde şu yemeği yapıp getireceksin diye, tüm şube o gün onu yermiş içlerinden birisinin bir şeyini kutladıkları günlerde.

Tapıyorlardı adama.

Bir defasında beni akşam yemeğe götürdü. İkimiziz. Şubeden kimseyi almayı uygun bulmamış demek. Ben de demedim, çağırsana yardımcılarını diye. Deli adam, vardır bir bildiği.

Neyse, baş başayız, biliyorum hep belinde tabancası var, laf olsun diye, ‘bir anısı var mı, babadan kalma falan mı’ dedim. Sırf ilgi alanına giren bir konu açmak için. Tam tahmin ettiğim gibi atladı mevzuya, başladı anlatmaya. Özel yapımmış, kabzası sedef kaplıymış. Kaptırdı, çıkardı belinden, hafif masa altından alın bakın dedi. Lahavle vela. Kendim açtım belayı başıma. Sonra iş güce kaydırdım konuşmayı, geceyi bitirdik.

Yıllar geçti. Ben serbest çalışmaya başladım. Banka el değiştirdi. İzini kaybettim.

Eğitimlerde alt kültürleri anlatırken en çok o örneği severdim; o kadar renkliydi ki. Millet ayrıntı isterdi, daha başka neler yapardı diye. Bizzat da bildiğim için gözümün önünde gibi anlatırdım. Kültür hücrelerinin (sosyal psikologlar onlara dar çevre der) nasıl etkili işlediğine, ne kadar önemli bir yönetim aracı olduğuna çok güzel örnekti.

Birgün başka bir bankanın şube müdürleri eğitiminde bir baktım karşımda!

 

Tabii sevdiğim öyküler o gün anlatılamadı:)