Anılar

Kaç kaç, geliyor

M.Ö. 1976

Üniversite yıllarımız. Dünya bambaşka o zamanlar. Yaz tatili için bugün bildiğiniz şeyler yok. Ne doğru dürüst otel, ne uçak, ne rezervasyon. Arabayla ya da otobüsle gidilir, orada Allah ne verdiyse bir yer bulunur. Yurt dışı tatilleri hele apayrı bir ayrıcalık.

Paramız kısıtlı ama bir arabamız vardı. Bir erkek arkadaşımla düşündük, ne yapılır bu parayla diye. Fikir ondan çıktı; Doğu bloğu dedi. Orada kral olabilirdik. Hele komşuysa, arabayla gitmek de kolay. Neresi? Köstence. İzmir’e gider gibi bir yol, 5-600km bir şey. Rahatça bir günde ulaşırız. Kampingde kalırız, çadırımız var.

Lei, TL’ye ya eşitti, ya altındaydı. Hatta efsaneler vardı, onlarda bulunmayan şeyler alın yanınıza, sabun, blucin gibi, iyi fiyata satarsınız diyorlardı.

Karar verdik, arabayla Romanya’ya gidiyoruz.

Sınır kapısı bomboştu, tek araba bizdik o yöne giden. Hatırlamıyorum, ya Kapıkule, ya Hamzabeyli’ydi. Bulgaristan’a girip çıkmıştık. Galiba öğleden sonra ikinci sınıra geldik. Ama bir sorun var, tabelalar Rumence, bazı kelimeleri çıkartıyoruz ama hiç anlaşılmayanlar var. Elimizde yetersiz bir harita.

Her tarafta kocaman yazılar: Viva Partidul Communist Romania. Binaların üzerinde dev Nikolay Çavuşevsku resimleri. Arabalar bir tuhaf, Allahlık Trabant’lar, Lada’lar, bizim Renault 12 lüks kalıyor düşünün. Kabul ediyorum, ilk saatlerde tırsmıştım, başımıza bir şey gelse, kaybolup gideriz, kimse bulamaz bizi bir daha.

Ve biz yolu kaybettik. Constanta (Köstence) yolunu bulamıyoruz. Yol dediğiniz, yerleşim yerlerinin içinden geçen daracık bir şey; yolumuzun üstündeki alakasız küçük bir Rumen kasabasından çıkamıyoruz.

Sormamız lazım. Ben sormayı sevmem. Dostum acayip girişken bir karakter. Laurel Hardy’yiz (ben şişman olan karakter). Ama sokaklarda insan yok, her yer hüzün, boşluk. Terk edilmiş gibi.

Tam o sırada ileride bir motosikletli gördük. Motosiklet, sepetli. II’ci Dünya savaşındakilerden zerre farkı yok. Sürücünün gözlükleri falan, tam film kaçkını gibi.

Olay bu.

Galiba ben kullanıyordum. Bizimki yanaş şuna dedi. El kol, durdurdu adamı. Tek söylediğimiz ‘Constanta’. Diyoruz ki adama, bize ana yolu göster, nasıl çıkacağız şu lanet kasabadan. Elinle işaret et bitsin değil mi, başladı sular seller gibi anlatmaya. Sanki Rumence biliyoruz da konuşamıyoruz. Ben içeriden, abi yeter bırak şu adamı gidelim dedim. Neyse, işaretle tamam sağ ol dedik, ben gazladım.

Bir baktım aynadan, adam taktı gözlükleri arkamızdan geliyor, bir yandan eliyle bir şeyler yapıyor hâlâ. Muhtemelen, dediklerinden bir halt anlamadığımız için ben yine yanlış gidiyordum, o da gitmeyin yanlış yol diyor.

Yahu arkamızdan geliyor bu dedim. Bizimki orada ‘o sözü’ söyledi: Bastır bastır, gazla. Ben de havaya girdim, hızlandım. Yahu herif de hızlandı. Geliyor peşimizden. Allahın unuttuğu Rumen kasabasının sokaklarında kovalamaca başladı:)

Neyse abartmayalım, hakikaten kaçtık ama.

Nihayet peşimizi bıraktığında bile rahatlayamadım. Sanki her an bir sokaktan çıkacak, biz ters yöne yine kaçacağız duygusu.

Kampingde yaşadıklarımız başka bir yazıya.

Yorumunuz var mı?