Her şeyden

Bir kavramlaştırma denemesi: Altıncı duyu

Kavramlaştırma, temel öğelerini ortaya çıkararak tanımlamaktır. Bunu yapmaya çalışacağım. Altıncı duyuya dair temel bilgi. Yöntemlerine girmek yok.

Kaynak kitaplarımda, rahatsızlık verecek kadar terim kirliliği var: Psişik farkındalık, doğrudan hissetme, duyular dışı bilgi, psi yeteneği, üçüncü göz, yüksek duyusal algılama, sezgi. Bu oturmamışlık, anlam sapmasına ve içinin boşaltılmasına yol açıyor. Yüzyıllar boyu böyle olmuş; insanlar korkmuşlar. Onun için okült (gizli, bilinmeyen, büyüyle ilgili) sayılmış. Bu nedenle, bildiğim, hep yaşadığım halde genellikle bahsetmem.

Ben terim olarak altıncı duyuyu ve sezgiyi kullanırım. Mütevazıdır.

Sezgisel ‘okumalar’, birbiriyle iç içe geçebilen üç biçimde ortaya çıkabilir.

1- İlkini sosyal psikoloji kitaplarında ‘ilk izlenim’ başlığı altında bulabilirsiniz. Bu çok hızlı bir zihinsel tarama (browse) işlemidir. Hafızadaki kayıtlar içinden en yakınıyla eşleştirilir ve hızlı bir yargıya varılır. Gayet işlevsel bir bilişsel faaliyettir. Hızından dolayı fark edemeyebilirsiniz, onun için sezgi zannedilebilir.

2- Bir de aslında herkeste olan bir yetenek var: Kendiliğinden zihinde canlanan imgeler (imaj, göz önünde canlanması, içe doğma).

Bir psikoterapistin cümleleri bunlar, aynen alıntılıyorum. Sezgiyi nasıl kullandığına bakın.

“Dikkatim karşımda oturan insana odaklandığında, zihnim otomatik olarak onu meşgul eden her şeyden kendini temizler. O kişiyi bir tür tazelik ve merakla deneyimlerim. Normal yargılarıma gem vurulur. Çok rahat olmama rağmen, aynı anda çok uyanık olurum. Satır aralarını yakalar, söylenmemiş cümleleri duyar, ifade edilmemiş hisleri hisseder, bahsedilen kişi ve yerlerin imgelerini bile görürüm”.

Buna çok güzel bir isim vermişler: Yönetilen gündüz düşü.

Bir kitapta okumuştum, bir psikiyatristin anısı. Kanser hastası bir danışanı varmış. Sağlam, güçlü, sorunlarla baş etmeyi bilen akıllı bir kadın. Tek konu, aşamadığı bir sinsi anksiyete. Seanslar boyu konuşmuşlar. Bir şey dikkatini çekmiş psikiyatristin, mutlu bir evliliği olduğunu söylemesine rağmen kocasını hiç anlatmamış. Tamamen mesleki deneyimin verdiği bir yakalamayla sormuş, danışanı hep geçiştirmiş, kaçmış. O anda bir şey hissetmiş kendinde: Bir bunaltı, çaresizlik, hapsolmuşluk. Israr etmiş, hayır bir şey var kocanızla ilgili demiş. Gözlerine bakmış danışanının, konuşmamışlar bir süre. Sonra danışanından bir damla gözyaşı akmış, ‘çok sıkılıyorum ondan’ demiş. ‘İlgisine inanmıyorum, her şey yapay, evlilik oyunu oynuyoruz, yalnız başıma çok daha mutlu olurdum’.

Psikiyatristin yaptığı nedir biliyor musunuz, deneyimle sezginin birbirine karıştığı an işte. Engin Geçtan’ın kitaplarındaki gibi. Benim mülakatlarımdaki gibi.

3- Bir de ‘psişik biliş’ var. ‘Normal düşünme süreci denilen her şeyi es geçen, âni, algısal bir patlama. Bir idrak patlaması’.

Gene bir psikiyatrist anısı. Trafik kazası geçirmiş bir danışanının post travmatik stres bozukluğu şikayeti üzerine çalışıyorlarmış. Danışanın şikayeti uyuyamama. Hiçbir ilerleme sağlayamamışlar. Bir seansta psikiyatristin gözünün önüne bir sahne gelmiş, sormuş danışanına, ne gördünüz siz o anda diye. Gördüğü, arkada oturan kişinin çarpma sonucu yüzünün geldiği halmiş. Çözmüşler uykusuzluğun sebebini. Kitapta aynen şöyle demiş: ‘Sormayı bile düşünmediğim bir soruydu’.

Sezgi yeteneğinin yüksek olduğu kişilerin ortak profil özelliklerini araştırmışlar. Yaşça deneyimli, muhtemelen tek çocuk, sanatsal yetenekleri olanlar, bazen dislektik ya da sıra dışı (asosyal de olabilir) bir öğrencilik geçirmişler, çoğunlukla meditasyon deneyimi olanlar, yalnız ve doğada zaman geçirmeye güçlü istek duyanlar, az uyuma eğilimi olanlar, endokrin sistemi rahatsızlıklarına eğilimli olanlar, gebelik ve menopoz dönemlerinde olanlar, yoğun aşk ve yas duyguları yaşayanlar ve bir başkasının güçlü psi alanına yakın olanlar.

İzin verin ona, yaşamınızın dışına açılırsınız.

İnanmak istemiyorsanız da, bilin geçin.

Yorumunuz var mı?